Manolya Resort Hotel
Tarihçe
Manolya Otelin Doğuşu
1900’lü yılların başında Kıbrıslıların sayfiye yerlerinde deniz tatili alışkanlıkları başladığı zaman, Kıbrıslı Türk ve Rumların birlikte yaşadığı ve yazın sürekli esen meltem rüzgarları ile yıl boyunca akan pınarın verdiği serinliğiyle ünlü olan Lapta Kasabası Kıbrıslıların gözde mekanlarından birisi haline gelmişti. O zamanlar Kıbrıslılar sahillerde otel olmadığı için kasaba içindeki evleri kiralayarak yaz boyunca konaklama yapıyorlarmış. 1920 yılına gelindiği zaman Kıbrıs’ın ilk otellerinden birisi olan ‘’GÜLNASIR OTELİ’’ Lapta’ da inşa edilmiş.
Kasaba içinde konaklayan yerli halk ve turistler ise kadın ve erkeklerin ayrı ayrı kullandığı altın sarısı kumlarla kaplı plajlarda serinleme şansı buluyorlarmış. Yıllar içinde kasabanın ünü tüm Kıbrıs’a yayılmış ve başta Lefkoşa olmak üzere birçok yerden özellikle Pazar günleri otobüslerle insanlar akın akın bölgeye gelmeye başlamışlar.
Lapta özellikle limon başta olmak üzere, mandalina ve zeytin bahçeleri ve sebzeleri ile de zengin bir kasaba olmasına rağmen, halkı deniz kenarında bulunan arazilerde soğan ve tahıl ekimi yapmakta fakat gerek deniz tuzunun etkisi gerekse rüzgârın etkisi ile çok verimli hasat alamamaktaydı.
İnsanların bu bölgeye olan ilgisini gören ve genç ve çalışkan bir girişimci olan Mustafa Dolmacı ismindeki genç, annesi Hanife ve babası Hasana ait olan denize sıfır arazi üzerinde 1950’li yıllarında önce sadece meşrubat satacağı bir galif (çardak) kurmuş. O zamanlar kasabada elektrik olmamasından dolayı komşusu Nikola’dan buz kalıpları alarak soğuk içecek sağlayan mekan oldukça popüler olmuş.
Yoğun ilgi üzerine bir sonraki yıl, yiyecek çeşitliliği artırılmış ve özellikle Pazar günleri 4 adet toprak fırında pişirilen fırın kebabı ve denizden taze çıkan balıklarla tesis bölgenin en popüler işletmesi haline gelmiştir. Bununla birlikte oluşan konaklama talebini karşılayabilmek içinse yaklaşık 40 adet kamıştan (hasırdan) yapılan küçük evler ise yerli halka sezonluk olarak kiralanmaya başlanmıştır.
Hafta sonu otobüslerle gelen yüzlerce kişi ve 40 hasır evde konaklayan misafirlerle tesis sadece yazları hizmet eden bir işletme olarak 1963 yılına kadar hizmetlerine devam etmiştir. 1963 yılında Kıbrıslı Türklerin bölgeyi terk etmek zorunda kalmalarından dolayı, işletme Mustafa Dolmacı’nın Kıbrıslı Rum arkadaşına kiralanmıştır. 1974 yılına kadar ise kesintisiz olarak yine ayni işletme prensiplerinde işletilmeye devam edilmiştir.
Bu süreçte yaşanan birçok olay, otelin popülerliğini sürekli artırmıştır, Örneğin dönemin en ünlü sanatçısı Küçük Aysel’in burada şarkı söylemesi, dönemin ilk mayo giyen Şivane isimli genç kadının buradan denize girmesi ile hala daha otelin önündeki taş Şivane kayası olarak bilinmektedir. Ayrıca bölge gençlerini yüzmeyi alıştıkları zaman deniz dibinde bulunan delikli taştan geçmeleri ile popüler olan ve “Delikli Taş” diye bilinen kaya otelin önündedir.
Mustafa ve Ayten Dolmacı çiftinin çocukları ve torunları yıllarca bu işletmede çalışmış ve özellikle oğulları Mehmet Dolmacı turizm ve otelcilik alanında eğitimini tamamladıktan sonra otelin bugünkü modern yapısına gelmesinde birebir emek harcamıştır.
Hayatın değişen dinamiği ile birlikte kendini geliştiren işletmenin hiç değişmeyen özelliği ise aile sıcaklığında bir ev ortamı sunmasıdır. Boş bir tarladan butik bir otele uzanan hikayeyi satırlara sığdırmak zor olduğu için yaşayan bir tarih Manolya Otel, ancak ve ancak yaşanarak deneyimlenebilir.
Bu satırları okuyan sizler de artık hikayenin bir parçası olarak aramıza hoş geldiniz!
Afrodit’in Doğuşu
Afrodit olağanüstü güzelliğe sahip olan bir güzellik tanrıçasıdır. Nasıl doğduğuna ait farklı anlatılar vardır. Bazı anlatılara göre adada bir ilkbahar sabahı durgun olan deniz birden bire köpüklenir ve beyaz köpüklü bir dalga ile Meleklerin üfleyerek yönlendirmesi ile bir sedef kabuğu içinde kıyıya gelir ve sedef kabuğu açıldığı zaman içinden Afrodit çıkar. Bu efsaneye göre yanında aşk tanrısı olan oğlu Eros da vardır. Bir diğer ilginç anlatıya göre Afrodit'in babasının cinsel organı kesilir ve denize düşer. Böylece Afrodit doğar.
Zaman tanrıçaları Horalar onları Kıbrıs kıyılarında karşılar. Büyük bir ilgiyle upuzun saçlara sahip olan Afrodit'i tuzlu deniz suyundan kurtarmak için yıkayıp temizlerler ve onu güzelce süslerler. Oğlu ile birlikte Afrodit'i Kıbrıs'ın en yüksek yeri olan Trodos dağlarının Olympos tepesine çıkarırlar. O günden itibaren Afrodit oğlu ile birlikte Olympos tepesinde diğer tanrı ve tanrıçalarla birlikte yaşamaya başlar. Yine anlatılanlara göre Afrodit sadece tanrı ve tanrıçaları değil tüm halkı kendine hayran bırakır. Ayrıca tüm halka neşe, sevinç, mutluluk dağıtır. Fakat bazı zaman Afrodit'in bu güzelliği aşk acısına da sebebiyet verebiliyordu. Afrodit sadece gücünü tanrı tanrıça ve halk üzerinden göstermiyordu. O tüm tabiata sözünü geçirebiliyordu. Tek bir bakışı ile tek bir sözü ile dalgaları sakinleştirebiliyor, deli gibi esen rüzgarları dindirebiliyor, her şeyi, tüm çiçekleri, diriltip, canlandırabiliyordu.
Venüs'ün Doğuşu (The Birth of Venus) Sandro Botticelli 1482-86:
Botticelli bu eserinde, Şair Angelo Poliziano’nun dizelerinden esinlenmiş. Botticelli’nin resmi, bir pagan mitinin, insan ruhuna ilişkin, Yeni Platoncu bir anlayışa dönüştürülmesidir. Paganların güzellik ve aşk tanrıçası Venüs, Botticelli’de dünyevi şehvetten arındırılmış olan göksel Venüs’e dönüştürülmüştür. Ruhun seyretmesi gereken Venüs de budur. Burada Venüs, zihinsel ve tinsel güzellikle ilgilidir ve aynı zamanda insan ruhunun cisimleştirilmesidir. Botticelli’nin resmi, ruhun ilk masumiyetinin ve dürüstlüğünün alegorisidir, madde dünyasıyla ilişkiye geçmeden önceki halidir. Burada ruh, aklın elbisesi ile giyinik hale gelmek üzere tutku rüzgarları tarafından kıyıya doğru üflenmektedir. Tanrıçanın güzelliği, mükemmel ruhun güzelliğidir. Pagan mit, ruhun, Hıristiyan mistisizminde cezbe, Yeni Platonculuk’ta güzeli seyir ile Tanrı’ya yükselişi konseptine dönüştürülmüş.
Boticelli, Venüs’ün Doğuşu’nda mitolojik bir konu işler. Dalgaların köpürdüğünden doğan Güzellik ve Aşk Tanrıçası Venüs, çalkantılı bir denizde rüzgar tanrıları tarafında bir doğurganlık simgesi olan midye kabuğunun içinde, ayakta karaya atılmıştır.